22 Haziran 2019 Cumartesi

MÜLKSÜZLER



                                                  MÜLKSÜZLER - URSULA LE GUIN






   Mülksüzler bir bilim kurgu romanı ve Ursula L. Guin bize konuyu distopik bir çerçevede anlatıyor.



 Kitabı okumaya başladıktan sonra roman boyunca kafanızda düşüncelerin dönmeye başladığının farkına varacaksınız çünkü yazarın belki de temelde bize vermek istediği şey bu. İdeal bir dünya olabilir mi? Eğer olursa şuan yaşadığımız dünya ile mukayese ettiğimiz de hangisi bize daha cazip gelir? Memnun olmadığımız dünyanın hiç mi artısı yok? İdeal dünyanın hiç mi eksisi olmayacak? 
Okumada ilerlerken kendinize bu soruları sorarak bir yol haritası çizerseniz, kitaptan daha fazla verim alabilirsiniz diye düşünüyorum. Bir çırpıda bitirildiğinde pek bir işe yaramayacak ama sindirilerek okunduğunda bakış açınızı, hayat felsefenizi değiştirmenize oldukça yardımcı olabilecek bir eserden bahsediyorum.  
 Biraz da eserin konusundan, bize anlatmak istediklerinden bahsedelim. Romanda hayali bir dünya (Urras) ve o dünyanın uydusu konumunda daha küçük bir gezegen var (Anarres). Anarres, yıllar önce ana gezende isyan çıkaran ve kendilerini Odocu diye tanımlayan kişilerin göç edip karşılıklı yardımlaşmaya dayalı anarşist bir toplum kurdukları dünya. Urras ise bugünkü mevcut düzenin bir benzeri toplumu ve yapılaşmayı içeren, içinde yaşadığımız dünyanın aynası konumunda bir gezegen.
Anarres ile ilgili kendilerini ‘'Odocu'’ diye tanımlayan kişilerden bahsetmiştim. Nedir bu Odoculuk peki? Romanda Odoculuğa karşılık gelen ‘'anarşizm'’dir ki kitabın yazarı da bu şekilde tanımlamıştır Odoculuğu. Kitaptaki anarşizm yakıp yıkmak anlamında değil: Kropotkin’in de öngördüğü karşılıklı yardımlaşmaya dayalı bir toplum anlamındakidir. Kropotkin, hayvanların zor koşullarla baş edebilmek amacıyla hareket ettiklerini ve karşılıklı yardımlaşma içinde olduklarını iddia ederek Darwinci söylemi reddetmektedir. Dolayısıyla Kropotkin’in görüşlerinden etkilenerek kurgulanan Odoculuk’u aslında herhangi bir ideolojik kalıba sokmadan karşılıklı yardımlaşmaya, eşitliğe, ortak mülkiyete dayalı bir toplum düzeni olarak tanımlasak belki daha akılcı olur.
 Toplumsal örgütlenmenin yanı sıra, çevresel açıdan da bu iki gezegen birbirine zıt durumdadır.  Anarres’de kıtlık, toprak yerine toz, bitkiler yerine çalılar, holum ağaçları ve hayvan olarak ise sadece balıklar bulunmaktadır, Urras’da ise Anarres’de ki yokluğa karşılık bolluk, yeşil bitki örtüsü, çok sayıda ağaç türü, canlı türü, su rezervleri vardır. Bu zenginlik kendisini yaşam biçimlerinde, mimaride, giyimde, yemekte dâhil olmak üzere her alanda göstermektedir. Toplumsal örgütlenme açısından ideal duran Anarres, uzamsal açıdan hiç ideal durmazken; biçimsel açıdan ideal duran Urras da toplumsal süreç açısından ideal durmamaktadır. İkisinde de tam ideal olanı bulamıyoruz. Birbirlerinin karşıtlıklarından beslenerek var oluyorlar gibi bir sonuç çıkıyor.
 Bunları temeline alarak anlattığı hikaye ise Anarresli fizikçi Shevek’in eş zamanlılık teoremini geliştirmek amacıyla Urras’a yaptığı ziyaret üzerinden gelişmektedir. Roman karşılaştırmalı bir eş zamanlılık ile anlatılıyor. Bu yüzden iki gezegenin çarpışmasını eş zamanlı olarak takip edebiliyoruz hikaye boyunca. Yazar çarpışmanın merkezine Shevek’i oturtarak onun yaşadıkları ve düşündükleri üzerinden romanı analiz etmemizi sağlıyor. Hikaye süresince paylaşım, mülksüzlük, tüketim, üretim, dönüşüm, özgürlük, baskı gibi kavramlar sorgulanmakta ve bu ütopya üzerinden cevap bulmamıza yardımcı olmakta.



Kitaptan yaptığım alıntılar:                

'' Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin? Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?'' 

''Ama birçok kadının bir erkekle tek ilişkisi sahip olma ilişkisidir. Ya sahip olma, ya da sahip olunma. Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeye takas edebilirse serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir.'' 

'' Acı çekmek, tehlikeye karşı bedensel bir uyarı dışında, işlevsel değildir. Psikolojik ve toplumsal olarak yalnızca yok edicidir.''

''Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.''

Anarres gezegeni hakkında gerçekleşen bir diyalog

'' İnsanları düzen içinde tutan ne? Neden birbirlerini  soyup öldürmüyorlar?''
'' Hiç kimse çalınacak herhangi bir şeye sahip değil. Eğer bir şeyi istersen gidip depodan alabilirsin. Şiddete gelince, doğrusu bilmiyorum Oiie; durup dururken beni öldürür müydün? Eğer öldürmek isteseydin, buna karşı çıkarılan bir yasa seni engeller miydi? Zorlama, düzeni sağlamanın en etkisiz yoludur.''



İvan İlyiç'in Ölümü

    İvan İlyiç'e ölmek mi acı veriyor yoksa ‘’doğru’’ yaşadığını sandığı hayatını ‘’yanlış’’ yaşadığını düşünmeye başladığı andan itibar...