23 Kasım 2019 Cumartesi

Novalis- Heinrich Von Ofterdingen




  Heinrich von Ofterdingen bir Bildungsroman türüdür. Öncelikle Bildungsroman nedir kısaca bir değinmek yerinde olur diye düşünüyorum. Almanca bir terim olmasına rağmen tüm dillerde bu şekilde kullanılıyor. Türkçeye çevirdiğimizde ise’’ oluşum romanı’’ olarak karşılık buluyor kendisine. Oluşum romanı, kitabın kahramanının gelişim sürecini ve sonundaki aydınlanmasını ele alan bir tür aslında. Novalis’in hedefi ise bize başkarakteri öğretileri doğrultusunda geliştirmek ve gelişim yolunun doğadan geçtiğini ortaya koymaktır.
 Bu romanda da kahramanın gelişmesinin birey- toplum çerçevesinde geliştiğini görüyoruz. Aynı zamanda kahramanın doğanın içerisinde bir yaşam sürecinden geçerek Tanrı katına yükseldiğine de şahitlik ediyoruz.
Heinrich von Ofterdingen aslında yarım kalmış bir roman. Novalis, bu kitabı 2 bölüm halinde yazmayı tasarlamış ancak bir jeolojik arazi araştırmasına katılması ve daha sonra hastalığı dolayısıyla sadece ilk bölümü tamamlayabilmiştir.  1.bölüme Bekleyiş, 2.bölüme ise Gerçekleşme adını vermişti.
Bu yazıda  dolayısıyla 1.bölüm olan Bekleyişi inceleyebileceğiz. Eserin içeriğinden bahsedelim birazda. 
 Eisenbach’lı bir zanaatkârın oğlu olan Heinrich bir gece rüyasında mavi bir çiçek görür. Bu yaprakların arasında ise güzel bir kızın yüzünü. İçinde özlem ve benzeri bin bir duyguya sebep olan bu rüya onu huzursuz eder. Oğlunun bu durumunu görüp üzülen annesi, oğluna bir seyahatin iyi gelebileceğini düşünür. Seyahati ise  Heinrich’in dedesinin yaşadığı Augsburg’a yapmaya karar verir. Heinrich yıllardır yaşadığı Thüringen’den ilk kez ayrılır. Yolda denk geldikleri ve birlikte yolculuk ettikleri tüccarlar Heinrich’in şairliğe kabiliyeti olduğunu sezerler. Heinrich, bu yolculuk esnasında çok farklı insanlarla tanışır, sohbet etme fırsatı bulur. Kutsal Toprakların bulunduğu Kudüs’ü ele geçirme planları yapan Haçlılardan tutunda, ziyaret ettikleri bir mağarada her şeyden elini eteğini çekmiş, yaşamını kitaplara ve okumaya adamış bir konta kadar çok çeşitli hayatlara tanıklık eder. Augsburg’a vardıklarında ise orada tanıştığı Şair Klingshor, Heinrich’in öğretmeni olur. Klingshor, Heinrich’e Haçlılar ile ilgili, Şövalyelik ruhu ile ilgili bilgiler verir. Bu bilgiler Heinrich’in şairlik oluşumunun temellerini atmak için oldukça önemlidir. Tüm bu deneyimlerden sonra onu şair yapacak yaşantıya gelmiştir. Sırada ise rüyasında ona görünen sevgili ile karşılaşma vardır.  Augsburg’da bir festivalde tanıştığı bu kız şair Klingshor’un kızı Mathilde’dir. Mathilde ile nişanlanmadan evvel onu suya batıp kaybolurken görür. Rüyada ona ebediyen bağlı kalacağını vaadeden  Mathilde, aynı vaadi nişanlanacağı gün yapar. Romanın bu birinci bölümü Klingshor’un anlattığı bir masal ile sona erer. 2.bölümde Mathilde artık ölmüştür. Bu açıkça dile getirilmez ancak Heinrich’in Mathilde ile tanıştığı gün gördüğü rüya ile bize bu mesaj verilir.  Mathilde verdiği sözü hep tutar, ruhu hep Heinrich ile birlikte olur ve ona ilham verir.
 Karakterimiz Heinrich, Novalis’in kendi idealleri çerçevesinde gelişimden geçireceği ve tanrısal olana eriştireceği kişidir. Yapı itibari ile de buna çok uygundur.  Yaradılışı gereği saf, niyeti iyi ve altın çağ insanına en yakındır. Bunların da ötesinde bilinçaltında gerçekleşen duygulara çok önem vermektedir. Bir rüya onu hemen harekete geçirir.  Tanrı tarafından yaratılan insanlığa çok yakındır. Tanrı insanı en saf haliyle kendisinin sureti olarak ve en yüksek amaca hizmet etmek için yaratmıştır.
Novalis, insanı dünyanın en yüce anlamı olarak görür.  Ancak bu yüce insan doğanın gelişim yollarından geçer ve onun içindeki gizleri keşfetmeyi başarırsa bu yüksekliğe erişebilecektir. O yüzdendir ki Novalis roman kahramanlarını bitmek tükenmek bilmeyen yollara sokar ve deneyimlere çıkarır. Bu yollar onu ‘’tanrısal ben’’ e ulaştıracaktır. Bu ‘’tanrısal ben’’ ancak ve ancak insanın hayatın tüm parçalarını, kutuplarını, tezatlarını içinde uyuma yükseltmesi ile gerçekleşir. Novalis’in  ‘’ bütün insan’’ olarak da nitelediği bu insan ancak içindeki tanrıya ulaşmayı başarabilecektir.





12 Kasım 2019 Salı

CHOCOLAT/ ÇİKOLATA





                                               ÇİKOLATA
Yönetmen: Lasse Hallström 
Yapım yılı: 2000




 Bazı filmlerin izlenme zamanı vardır. Mutlu hissettiğinizde, üzgün olduğunuzda, keyfiniz kaçtığında, gülmek istediğinizde açıp tekrar tekrar izlemek istersiniz. Çikolata filmi benim mutlu hissetmek istediğim zamanlarda izlediğim bir film. Bugün bir kez daha izledim ve üzerine yazma düşüncesi belirdi zihnimde. Şimdi izninizle bu güzel film hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşayım J

 Kasaba yaşantıları dünyanın neresine gidersek gidelim aslında hep belli bir kalıp içinde döner durur.  Bu Türkiye’de de böyledir, Almanya’da da, Fransa’da da. Gündelik hayat hep belirli bir çerçevede geçer. Etraftaki insanlar bellidir, yaşantı bellidir. Genellikle de dışa kapalı olurlar. Yeni insanlara, fikirlere… Bunu etkileyen belki birçok şey vardır ama en güçlüsü elbette ki dindir. Köylerde, kasabalarda din insanların tutundukları bir dal gibidir. Pek bir şey yapamamanın verdiği çaresizliğin, günlük hayatın sıradanlığının ve en önemlisi bilgisizliğin yolunda bir ışık gibi görürler ve bel bağlarlar.
 Bizim filmimizin konusu da aslında temelini buradan alır. Bir Fransız kasabasına, dünyayı gezen bir anne-kızın gelmesi ile burada süre gelen huşu içindeki yaşamın nasıl bir anda değiştiğini görürüz. Bu değişikliğinin nedenini sadece kasabaya iki yabancının gelmiş olması olarak düşünürsek büyük bir yanılgıya düşeriz. Bu yabancılar kasaba halkından farklıdırlar çünkü ateisttirler.  Bunu da perhiz zaman geldikleri kasabada çikolata dükkânı açarak bir nevi deklare ederler.  Bu durum en çok Kont Reynaud’u rahatsız eder.  Kasaba halkından birkaç kişinin bu dükkana gittiğini gören Kont, halkı kötü yola sevk ettiği gerekçesiyle Vianne isimli bu yabancı kadına cephe alır. Artık buradan sonra tıpkı bir sağ- sol çatışması gibi sahnelere tanık oluruz.  Kont özellikle kilisedeki vaazlara karışarak halkı bu kadına karşı kışkırtma yoluna gider. Dini öğretilerle hareket eden kasaba halkı için bu yabancılara karşı  savaş vermek çok da zor olmaz. Vianne bana kalırsa filmde diğer tarafın bastırdığı arzularının bir sembolü niteliğinde. Hem kendisi hem çikolata dükkanı.  Filmi biraz analitik şekilde izlerseniz bu düalizmi çok net biçimde göreceksiniz.  Şehvet, arzu, aç gözlülük gibi duygularını bastırmaya çalışan dinci kesim bunu yaparken çok net şekilde hem kendilerine hem başkalarına yalan söylüyorlar.
  Din üzerinde konuşulabilecek çok geniş bir kavram. Bu filme indirgeyerek birkaç çıkarım  yapacak olursam eğer yazının başında da söylediğim gibi körü körüne bir şeyler inanmak kişileri sorgulamayan, at gözlüklü bireylere çevirir.  Bu tek bir din mensubuna özgü bir durum da değildir. İslam’da da , Hristiyanlık'ta da , Musevilikte de böyledir.  Bunların nedeni ise uygulamadaki yanlışlardır, tabi uygulamadan önce teorideki yanlışlıklara da bakmak gerekir.  Yoksa din, hakim olduğu yere; bu ister bir kasaba olsun ister bir ülke, cehalet de getirir, kötülük de.  Filmleri çoğu zaman güzel vakit geçirmek için izleriz ancak unutmamalıyız sinema bir sanat dalıdır. Ne izlersek izleyelim biraz eleştirel  bir bakış açısıyla izlemeliyiz. Bu filmde yine öyle bir film. Umarım sizde beğenirsiniz.



İvan İlyiç'in Ölümü

    İvan İlyiç'e ölmek mi acı veriyor yoksa ‘’doğru’’ yaşadığını sandığı hayatını ‘’yanlış’’ yaşadığını düşünmeye başladığı andan itibar...