12 Nisan 2019 Cuma







   Yazar: Reşat Nuri Güntekin
   Kitap adı: Yeşil Gece



  Yeşil Gece romanı Reşat Nuri Güntekin tarafından aslında ısmarlama üzerine yazılmış bir romandır. Bunu isteyen kişi ise zamanın devrimini gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Atatürk, bu romanda softalığın eleştirisini ve laikliğin getireceği olumlu durumların gözler önüne serilmesini istemiştir. Bütünsel olarak romana baktığımızda aslında döneme göre etkili bir yazım olduğunu söyleyebiliriz.
  Romanın kahramanı Şahin babasının ölümünden sonra Yeşil Ordu'nun bir neferi olmak üzere İstanbul'daki Somuncuoğlu medresesine gönderilir. Oldukça azimkar bir talebe olan Şahin gece gündüz demeden çalışıp kendini bu yola adar. Ancak zamanla kendisini medresedeki softaların dini kendilerince yorumlamalarına ve onların zaaflarına şahitlik ederken bulur ve bu durum şüpheye düşmesine neden olur. Zaman zaman kendini dini, Yeşil Orduyu, medreseyi, hocaları sorgularken bulur ve suçlu hissedip uykusuz kaldığı geceler olur. Şahin bu konularda sorduğu sorulara hiçbir cevap bulamaması neticesinde kafasındaki sarığı çıkarır ve fes takar. Darülmuallim’i başarı ile bitirerek İstanbul'a tayin edilir ancak asıl amacı Anadolu’ya gidip orada softalıkla mücadele etmektir bu yüzden de Maarif Nezaretine başvurarak tayinini Sarıova’ya çıkarttırır. Sarıova’da Emir Dede’de baş muallim olarak göreve başlar ve ilk izlenimleri neticesinde burada softalıkla mücadele etmenin epey zor olacağına kanaat getirir. Yerleşir yerleşmez kendisine yandaş arayışına girişir. Bunlardan biri kasabının ‘deli’ olarak nitelediği Mühendis Necip, bir diğeri ise muallim Rasim’dir. Şahin Efendi ilk adımı yeni bir okul yaptırmak istemesiyle atar. Halk yeni yapılacak binanın İslam mimarisine uygun olmaması nedeniyle itirazlarda bulunur. Bu esnada Mühendis Necip’in aklına bir fikir gelir ve aynı planı aldatmaca bir yöntem ile kabul ettirir. Bu seferde başka bir sorun ortaya çıkar  ve halk eski medresede bir evliyanın mezarı olduğunu ve bu yüzden bu yeni okulun yapımının kabul edilemez olduğunu öne sürerler. Necip yine boş durmaz ve bu seferde kaza süsü vererek eski medreseyi yakar.
 Gel zaman git zaman Şahin Efendi hep bu tarz meselelerin içinde bulmaya başlar kendisini. Ya halk karşıdır yeniliklere, ya vali, ya komiser yada softalardan oluşan gruplar. Bunun farkına varan Şahin Efendi planını yavaş yavaş uygulamaya koyar çünkü her an birilerini karşısına alması an meselesidir.
Olaylar devam ederken kitabın sonlarına doğru I. Dünya Savaşı çıkar ve kasaba Yunanlılar tarafından işgale uğrar. Yeşil Ordu'nun neferlerinden bir tanesi bile kalmaz, hepsi kaçar. Bunların arasında artık Sarıova’ya bir katkısının olmayacağını düşünen Şahin’de tasını tarağını toplayıp yola koyulur. Yolda giderken gördükleri üzerine vazgeçip Sarıova’ya geri döner ve mücadeleye devam etmeye karar verir.
Döndüğü vakit meydanda kalanların toplandığını ve Rumlara karşı öfkeli olduklarını görür. Onları yatıştırmaya çalışır ve bunu yaparken sözü dinlensin diye yeniden bir sarığı başına geçirir. Öyle de olur, insanlar onu dinler ve yatışırlar. Bunu duyan Yunanlılar ise Şahin Efendi’yi çağırtıp ona camilerde halka vaaz vermesi için yetkilendirir. Bundan sonra Şahin’in görevi halkı Yunanlılara karşı yatıştırmak olur.
 İşgalden sonra Sarıova’daki gizli ve sinsi mücadelesine 14 ay daha devam edebilen Şahin Efendi, 14.ayın sonunda İstanbul’dan getirilmiş bir Kuvay-ı İnzibatiye taburu etrafında propaganda yaparken yakayı ele verir ve bir Yunan adasına sürgüne gönderilir. Sürgün devam ederken sonunda çok duymak istediği o haberi alır. Artık inkilap gerçekleşmiştir. Yollar açık ve tertemizdir. Dönmemesi ve kendini yeniden Sarıova’ya adamaması için hiçbir neden kalmamıştır. Büyük umutlarla yola koyulup kasabaya vardığı vakit Emir Dede’ye gider, artık orada istenmediğini anlar ve şu cümleyi kurar ‘’İnkılap denilen şey bir günde olmuyor.’’


‘’ Dağda koyun güdecekleri yerde şehirlerde insan sürüleri gütmeye hazırlanacaklardı. Karalar ve denizlerin üstünde kubbe biçiminde bir büyük tavan, onun üstünde çivi çivi çakılmış yıldızlar altında insan sürüleri: Her birinin iki omzuna iki hafiye melek oturmuş, durmadan ne yaptıklarını, ne düşündüklerini yazıyor; sonra bunların hepsinin üstünde kullarını bu jurnallerle göre keyfince asıp kesen, mesela kadınlar sokakta yüzlerini açıyor diye tarlalara dolu, şehirlere taş yağdıran çatık yüzlü bir Tanrı; günah işleyenleri yakmaya mahsus bir ocak ki, bir deliği açık kaldığı zaman yeryüzü sıcaktan kavruluyor; bir cennet ki içinde İstanbul çarşıları gibi yiyeceğe, içeceğe dair yok yok; yalnız şu farkla ki orada alışveriş para ile değil, Allah'ın sevgili kulları diz dize oturmuş, gece gündüz dua ve ilahi okumakla meşgul; ara sıra ibadete fasıla vererek çeşit çeşit nimetler yiyorlar; huriler, gılmanlarla, sefa sürüyorlar; sonra yine duan ve ilahi! ''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İvan İlyiç'in Ölümü

    İvan İlyiç'e ölmek mi acı veriyor yoksa ‘’doğru’’ yaşadığını sandığı hayatını ‘’yanlış’’ yaşadığını düşünmeye başladığı andan itibar...