Yazar: Reşat Nuri Güntekin
Kitap adı: Yeşil Gece
Yeşil Gece
romanı Reşat Nuri Güntekin tarafından aslında ısmarlama üzerine yazılmış bir
romandır. Bunu isteyen kişi ise zamanın devrimini gerçekleştiren Mustafa Kemal
Atatürk’tür.
Atatürk, bu
romanda softalığın eleştirisini ve laikliğin getireceği olumlu durumların
gözler önüne serilmesini istemiştir. Bütünsel olarak romana baktığımızda
aslında döneme göre etkili bir yazım olduğunu söyleyebiliriz.
Romanın kahramanı Şahin babasının ölümünden sonra
Yeşil Ordu'nun bir neferi olmak üzere İstanbul'daki Somuncuoğlu medresesine
gönderilir. Oldukça azimkar bir talebe olan Şahin gece gündüz demeden çalışıp
kendini bu yola adar. Ancak zamanla kendisini medresedeki softaların dini
kendilerince yorumlamalarına ve onların zaaflarına şahitlik ederken bulur ve bu
durum şüpheye düşmesine neden olur. Zaman zaman
kendini dini, Yeşil Orduyu, medreseyi, hocaları sorgularken bulur ve suçlu
hissedip uykusuz kaldığı geceler olur. Şahin bu konularda sorduğu sorulara
hiçbir cevap bulamaması neticesinde kafasındaki sarığı çıkarır ve fes takar.
Darülmuallim’i başarı ile bitirerek İstanbul'a tayin edilir ancak asıl amacı
Anadolu’ya gidip orada softalıkla mücadele etmektir bu yüzden de Maarif
Nezaretine başvurarak tayinini Sarıova’ya çıkarttırır. Sarıova’da
Emir Dede’de baş muallim olarak göreve başlar ve ilk izlenimleri neticesinde burada
softalıkla mücadele etmenin epey zor olacağına kanaat getirir. Yerleşir
yerleşmez kendisine yandaş arayışına girişir. Bunlardan biri kasabının ‘deli’
olarak nitelediği Mühendis Necip, bir diğeri ise muallim Rasim’dir. Şahin
Efendi ilk adımı yeni bir okul yaptırmak istemesiyle atar. Halk yeni yapılacak
binanın İslam mimarisine uygun olmaması nedeniyle itirazlarda bulunur. Bu
esnada Mühendis Necip’in aklına bir fikir gelir ve aynı planı aldatmaca bir
yöntem ile kabul ettirir. Bu seferde başka bir sorun ortaya çıkar ve halk eski medresede bir evliyanın mezarı
olduğunu ve bu yüzden bu yeni okulun yapımının kabul edilemez olduğunu öne
sürerler. Necip yine boş durmaz ve bu seferde kaza süsü vererek eski medreseyi
yakar.
Gel zaman
git zaman Şahin Efendi hep bu tarz meselelerin içinde bulmaya başlar kendisini.
Ya halk karşıdır yeniliklere, ya vali, ya komiser yada softalardan oluşan
gruplar. Bunun farkına varan Şahin Efendi planını yavaş yavaş uygulamaya koyar
çünkü her an birilerini karşısına alması an meselesidir.
Olaylar
devam ederken kitabın sonlarına doğru I. Dünya Savaşı çıkar ve kasaba Yunanlılar
tarafından işgale uğrar. Yeşil Ordu'nun neferlerinden bir tanesi bile kalmaz,
hepsi kaçar. Bunların arasında artık Sarıova’ya bir katkısının olmayacağını
düşünen Şahin’de tasını tarağını toplayıp yola koyulur. Yolda giderken
gördükleri üzerine vazgeçip Sarıova’ya geri döner ve mücadeleye devam etmeye
karar verir.
Döndüğü
vakit meydanda kalanların toplandığını ve Rumlara karşı öfkeli olduklarını
görür. Onları yatıştırmaya çalışır ve bunu yaparken sözü dinlensin diye yeniden
bir sarığı başına geçirir. Öyle de olur, insanlar onu dinler ve yatışırlar.
Bunu duyan Yunanlılar ise Şahin Efendi’yi çağırtıp ona camilerde halka vaaz
vermesi için yetkilendirir. Bundan sonra Şahin’in görevi halkı Yunanlılara
karşı yatıştırmak olur.
İşgalden
sonra Sarıova’daki gizli ve sinsi mücadelesine 14 ay daha devam edebilen Şahin
Efendi, 14.ayın sonunda İstanbul’dan getirilmiş bir Kuvay-ı İnzibatiye taburu
etrafında propaganda yaparken yakayı ele verir ve bir Yunan adasına sürgüne
gönderilir. Sürgün devam
ederken sonunda çok duymak istediği o haberi alır. Artık inkilap
gerçekleşmiştir. Yollar açık ve tertemizdir. Dönmemesi ve kendini yeniden Sarıova’ya
adamaması için hiçbir neden kalmamıştır. Büyük umutlarla yola koyulup kasabaya
vardığı vakit Emir Dede’ye gider, artık orada istenmediğini anlar ve şu cümleyi
kurar ‘’İnkılap denilen şey bir günde olmuyor.’’
‘’ Dağda
koyun güdecekleri yerde şehirlerde insan sürüleri gütmeye hazırlanacaklardı.
Karalar ve denizlerin üstünde kubbe biçiminde bir büyük tavan, onun üstünde
çivi çivi çakılmış yıldızlar altında insan sürüleri: Her birinin iki omzuna iki
hafiye melek oturmuş, durmadan ne yaptıklarını, ne düşündüklerini yazıyor;
sonra bunların hepsinin üstünde kullarını bu jurnallerle göre keyfince asıp
kesen, mesela kadınlar sokakta yüzlerini açıyor diye tarlalara dolu, şehirlere
taş yağdıran çatık yüzlü bir Tanrı; günah işleyenleri yakmaya mahsus bir ocak ki,
bir deliği açık kaldığı zaman yeryüzü sıcaktan kavruluyor; bir cennet ki içinde
İstanbul çarşıları gibi yiyeceğe, içeceğe dair yok yok; yalnız şu farkla ki
orada alışveriş para ile değil, Allah'ın sevgili kulları diz dize oturmuş, gece
gündüz dua ve ilahi okumakla meşgul; ara sıra ibadete fasıla vererek çeşit
çeşit nimetler yiyorlar; huriler, gılmanlarla, sefa sürüyorlar; sonra yine duan
ve ilahi! ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder